Yeni iş, yeni hayat, İstanbul’a gidiş…
Beni yakından tanıyanların bildiği üzere, 18 Şubat’tan itibaren İstanbul’da yaşamaya başladım. Kar, karla karışık çamur ve buz dolu geçen ilk günlerimi saymazsak, trafikten başka bir sıkıntı yok gibi. Hele ki yanlış yola sapılmışsa ve o yolda da trafik kazası varsa… “Trafik ne kadar yoğun olabilir ki?” sorusunu soran Ankaralı’lardan rahmetli Papa II. Jean Paul‘un Ankara’ya geldiği günü hatırlamalarını isteyeceğim.
İstanbul’u anlamaya çalışmakla geçen bir haftanın sonunda hem özlediklerimi görmek, hem de kalan bazı eşyalarımı almak için bu hafta sonu Ankara’daydım. Perşembeden sonra ısınan hava sayesinde İstanbul’da paltosuz gezerken, Ankara’da buz gibi esen rüzgarı hissedince Ankara’nın bu mevsimdeki havasını hiç özlemediğimi anladım.
Pazar günü, İstanbul’a dönme vakti gelince içimi hem bir hüzün hem de hafif bir heyecan kapladı. 7,5 yıldır yaşadığım evden ayrılmanın acısını o an hafifletecek tek şey İsmail’in Yeri Bolu Dağı Et Lokantası’ydı. Bu sefer de “yiyici” ancak önceki yazımdan farklı şekilde, tek kişilik bir ekip olarak yoldaydım. 😉 Bir de o zamanlar 22 YTL olan kuzu etinin brüt kilogramının 25 YTL’ye çıkması var tabi…
İstanbul’a gelişimi bu şekilde biraz da olsa renklendirmek istedim. Yoksa Ankara’da bıraktıklarımı düşününce içim sızlıyor.
Share This